Genel Ütopiya

Mehmet Çetin: “Taraf olmanın şiirini, öyküsünü, yazısını yazmaya çalışageldim hep.”

“Varolma biçimlerinden biri olarak tanımlıyorum yazmayı ve okumasız bir yazmayı zaten düşünemiyorum.”

Yazarlar ve şairlerle kısa kısa sorular ve yanıtlar içeren söyleşilerimizi sürdürüyoruz. Hızlı sorular, hızlı yanıtlar. Her yazarın dünyasına bir ışık düşürecek söyleşiler. Sorularımızı bu kez şair Mehmet Çetin’e sorduk, kısa yanıtlarımızı aldık.

Hangi yazar, şair veya karakterle bir gününüzü geçirmek isterdiniz? Neden?

Mehmet Çetin: Sorunun bendeki ilk karşılığı Feqiyê Teyran oldu. Neden mi? Kuşların dilini konuştuğu için çok merak edegeldim.

Okumakla ve yazmakla ilgili ilk anınızı hatırlıyor musunuz? Ne hissetmiştiniz? 

MÇ:  Okumakla ve yazmakla ilgili ilk anılar yok belleğimde ama okumak da yazmak da… sekiz yaşında öğrendiğiniz bir dille yapmak hiç kolay olmadı. Çok iyi şeyler hatırlamıyorum yani.

İlk kitabınızı elinize aldığınızdaki duygu neydi?  Devamını oku

Günlükler yazılar

Bu fısıltısından kavimler geçiren yerimizde: Akın Yanardağ

tırmanıyordu patika. keçiler patikası. kim buldu yolunu onun? rüzgar kesildi

, gün elem bir rüyanın içine çekildi. nereye gidildi dün? kırklar dağı el aldığı aliboğaz’ın omzuna yaslandı. kuzey daha serin ama güneyde güller soluyor, geçtik güneyin daha sıcak, çorak arazisini konaklamak için. güneş ki siluettir orada. çöl renkleri kaplamış otların boynu kırılmış sular çekilmiş. ırmağın kolları bir nehri oluşturmuyor artık; sade bir söz değil bu, geçmişi tuttuğu yerde bırakan, urartulardan kalmış yapılarda görgüsünü yitiren, bilgeliğini alan bir şey. tozun ve rüzgarın yoluna kim dağıldı dedik sonra, öldüğünde buraya gömülmüş ve burada yanılmış denizler nasıl çekildi. bir serap gibi dolanıyor zihnimde beyaz dağ etekleri; nasıl çekildi içlere ve nasıl bölündü vadilere bu dağlar. gazap hakkında çok şey söylendi ama yüründü yine; işte bu ormanlar.. bilmem kaç milyon yılda oluştu bu vadiler dendi, ama nasıl büründü halkın ulus bilincine, kalk ve bak her yanda ölüsü kalkmış nicesinde sınanıp gelmiş bu hayat, çünkü niye bak işte ölüsünü kendi gömen ceset daha inandırıcıdır dinlerden.. Devamını oku

Blog yazılar

Bir Perdeni İndir Hayat: Akın Yanardağ

BİR PERDENİ İNDİR HAYAT
Sanat ve Hayat Dergisi

  “Biz barışsever bir halktık

Çöl yılanları uyurdu koynumuzda.” E. Yağan

  Ordan geçtik. Yolların başlangıcı ilk hayalimizdi.  Bizi, masalı tekrar eden zamanıyla uzak özlemlere götüren sabah düşleri, öğle gülüşleri, gece nöbetleriydi. Yerimizdi orası. Orada suya kapılıp giden o ince dalın hayaline kapıldık sanki. Bir anımız koparılan dalın acısı olarak kaldı, bir anımız kapılıp giden ırmağın. Atlarımız bu yakada bekliyor ve giderek uzaklaşan siluetiyle güneşin, başımızda paralanan ilk kelime kırıntılarını da alıp götürüşünü kuruyoruz. Zamk adları gibi yapışmış üstümüze kendi elbisemizin, yırtılan elbisemizin, üç kuruşluk elbisemizin sesimizle, kavlimizle nerden gelip nereye gittiğini kuruyoruz. Unutmak mıydı? Değildi unutmak: o elbiseler, o yıllar, o hiç geri gelmeyenler şurada, yanımızdaydı. Söylence değildi gördüğümüz. “Her yerde senin peşinde olacaklar, çünkü sen ağaçları kestin” dediğiydi Maasilerin. O ağaç, o köksapıyla hiç bırakmayacaktır onun yakasını. Ninnisini kendi zamanının hamuruyla yoğurmuş Maasiler, seslerini hiç yitirmeyecektiler işte; seviyorduk bu öfkeyi. Dağların ufku, sözlerin ufku, hayatın ufkuyuz dedik. İçindeyiz ve dışındayız onun; sesini harcayan boğazındayız, dil tellerinde, bağırsak kurdundayız. Günleri özleyen bu yakasındayız. Kesip götürmediğimiz ağacın, vurup yemediğimiz geyiğin, şirkin dil boğazındayız. Lanetli alınyazımızdayız. Unutmak mı? Değil unutmak.
 
Bir perdeni indir canım hayat, bir ışığından sızarız biz. Yatılının camlarına doluşmuş bakıyorduk. Gece henüzdü ve karartıları görünüyordu askerlerin. Üç gerillayı, yatılının aşağısındaki çöp bölgesine doğru sürükleyip götürüyorlardı. İncinmesin diye ayakları, incinmesin diye yerde sürüklenen bedenleri onların, gözlerimizi kapatıp başımızı çevirdik o zaman. Çevirdik ve başka bir anıyı konuştuk. Nasıl olabilir dedik, gündelik hayat öğretisi miydi bu? Öncesi seslerin zihne yerleşmesi, sonra haberlerin dolaşması; çatışmanın sürdüğü gün boyu, köyde olağan bir şeymiş gibi gündelik işlerin sürmesi, tedirginliğin bastırılması böyle nasıl? İşte geldiler diye anlatıyor, görünüşte eksik değiller. İkişer ikişer geliyorlar, evlerin yukarısına ve kapının önüne iki kişi bırakıyorlar. Köyü dolduran bir mırıltı gibi, karıncaların seslenişi mi olur, öyle diyorlar. Gün boyu süren çatışmayı, akşam saatlerinde geçip gitmişlerdi. Araziyi biliyordular. Günün hangi saatlerine dek neyin ne biçim alacağını biliyordular. Bu dağları, bu meşe ağaçlarını onlar büyüttüler, onlar suladılar. Gövdesinde onlar yetiştiler. Köylünün sakinliği, hayırhah bir tedirginlikle gelen haberleri kulaklara iletmesi de işte bu yüzden. Devamını oku

Genel Kırmanckî yazılar

Kayıp Seslerin izinde: Suredar*/ Akın Yanardağ

“Yani çocuğun sesinden anadiliyle havalanan o ilk sözcük,
o ilk hece, o ilk harf, ana dille ‘iqrar vermek’ olarak ele alındığında..” (M. Çetin)

Bir Minnet Albümü

Bu sesler nereden geliyor? Suredar albümü için Agos Gazetesi’nde  yayınlanan bir söyleşide geçiyor bu cümle. Evet, bu sesler nereden geliyor? Bu coğrafyadan; Mehmet Çetin’in dediğiyle ‘egemenlerin fiziksel, ruhsal, duygusal vb. pek çok alanda yaralı bıraktıkları bu coğrafyadan, yani bu dağlardan, bu ırmaklardan, bu evlerden..

Mehmet Çetin ile Umut Akar’ın ortak çalışması olan Suredar**, 2010 yılında Kalan etiketiyle yayınlanmıştı. Albümdeki şiirler Mehmet Çetin’e, müzikler ise Umut Akar’a ait. Kısa sürede tükenen bu çalışmayı tekrar hatırlamak ve hatırlatmak niyetindeyiz, ki öyledir; bazı şeyler tektir, özeldir. Kendi öncesinde, şimdisinde ve ötesindedir. Dili, teması, içeriği ve derinliği ile bütünselliğini ifade etmeye çalıştığımız bu albüm

, uzun yılların birikimi, deneyimi, aktarımı ve içtenliği ile, beden ve ruh arasındaki uyumun, Kırmanc geleneğinin kadim sesleri ile harmanlanması anlamında da içine doğurduğumuz hayata bir minnet albümü aynı zamanda. Kadim olanın, öncel olanın gündelik ve verili anlamlarının dışında bir sürekliliği, sözünü yükseğe astığı bir kalıcılığı vardır. Gelenekle kurduğu ilişkinin geleceğe aktarımı anlamında da Suredar’ın dinlerken kulağımızda kalan tınısı, ‘bu sesler nereden geliyor’ dedirten iç seslenişi işte buradan geliyor. Raa Sure adında bir çalma tekniği üzerine çalışan Umut Akar’ın, albümdeki şiirlerle kurduğu mana ilişkisi de yine buradan..

‘Var Olan Bir Şeyin Yok Olamayacağı..’ Devamını oku

Şiir

tamam

bizi geçti diyenlerin gözlerine asılıydı
aynı kalıplar, aynı davranışlar /tamam
öğrendim eksik kalmayı

aşk böyle geçti. sonraki on yıl da
gözümde tütmeyen bir şey kaldı mı
lütfeylesin bad-ı sabah sesleri artık
daha yaşlanmadan iksiri kalbimin

yaza hazırlanıyor o bahçeler ki eflatun
taştan da geçiyordu zaman aşktan da
toprak olmak vardı sonunda bak işte
bir yığın toz ve yara ile artık Devamını oku

Genel Ütopiya

Aydınlık Sorgular: Özgür Düşün Dergisi/ Mehmet Çetin

Zorunlu ön açıklama: Özgür Düşün’de sürdürülen ‘soruşturma’ya yanıtlarımızın gecikerek gelmesinin nedeni bizatihi kendimiziz. Yani, arkadaşların ısrarla takip etmelerine karşın yanıtları zamanında iletememiş olmakla ‘aydın sorumluluğumuzu zamanında yerine getirmediğimizi en baştan ve peşinen beyan etmek isteriz. Ancak..

1- “Ben aydın değilim”: …ancak dediğimiz yerden başlayarak ilk sorunuzu yanıtlamaya çalışalım: uçurumun öte yakası olarak tanımladığımız elli yaş sınırda bir insan olarak, şu ana kadar kendimize sanırız hiç ‘aydın’ demediğimizi en baştan söyleyelim. Bu tutum başlangıçta belki sezgiseldi ama doğru ya da yanlış, hayli zamandır farkında bir tavır alışı içerdiğini söylemeliyiz. Kendisine hemen hiç ‘aydın’ dememiş birinin ‘aydınlara dair bir soruşturmanın muhatabı kılınması ne derece doğru bilmiyoruz ama söz hakkı tanıdığınıza göre kimi yaklaşmalarımızı paylaşmak isteriz.
Böylece, ‘aydın kimdir’ in bizde ve kanımızca çağda da ilgiye değer bir karşılığının olmadığım da söylemiş oluyoruz. Evet, bunun da algı sürecinden başlayarak, kavrama ve kavramlaştırma süreçlerinde, farklı bir tarih okumasında ve nihayetinde de bir zihniyet dünyası meselesinde saklı olduğunu ve bu anlamda tam da Batı-Merkezci bir yaklaşım olduğunu görmemiz gerekir diye düşünüyoruz. Avrupa-Merkezci zihniyet dünyasının ürettiği kavram ve dayatmalardan kopuşu yaşayamıyor oluşumuz, soruyu tersten okumamıza pek olanak tanımıyor. ‘Aydın’ , aydınlanma çağı ve sürecine karşılık düşen sosyo-toplumsal ve tarihsel bir tekabüliyettir, 21. yy.ın sorunu olmaktan da çıkmaktadır, o kadar! Devamını oku

Şiir

şimdi sabah

gel dediğimde unutma
tüm o zamanı toplayan
tozlu kavruk eteğinden sökülüp
ayağındaki taşlardan
belki yolunu bulamaz diye bir anı
geçitlerini kuramaz diye bir hatıra
gel dediğimde bir zahmet yollardan
hayat yaralarında kırılmış dallarla
unutma neyi çıkarıp alacağını
bu sürme biçiminden

yeni yakınlıklar edineceksin
sana görünmüş siluetlerden
ağzı sıkı bir taş gibi
topraktan tozdan
benzerliklerin ilk halinden geçeceksin
gel dediğimde kurulan oluşma halinden
tüm o gidiş ve dönüş hallerinden
unuttum dediğimi unutmadığımı
geçtim dediğimi geçmediğimi bileceksin
bir mahzen küflenmesinden geldim dediğimde
unutma, taşıdığımı yaralarını

Devamını oku

yazılar

Gül ey saf çelişki: Akın Yanardağ

“Biz ikimiz? Nereden geliyoruz? Nereye gidiyoruz?
Ne bekliyoruz? Bizi bekleyen ne?” E. Bloch

1.İşte merdiven. Orda dinleniyor asansör. Onu kullanmayacaksın. Merdiveni kullandığını görecek herkes. Birazdan göreceksin ellerinin uzaklaşmasını, kendini çekmesini, sürmesini; kimin ne düşündüğünü, ne kurduğunu, kendini nasıl çekip getirdiğini buraya. Daha önce yazıldı mı bu, yazılmıştır. Söylendi mi, söylenmiştir. Geçip gidilen, varıp gelinen her şeyle birlikte gireceksin oraya. Duygunun dip akıntısından eser olacak mı, olacaktır. Haberini almıştın, bir değil bir kaç yerden. Omuzları hoş görüntülerle parlamış, güzel kıyafetler eklenmiş, süslenmiş günlerini onun. O süsü görecektin. Unutulmuş mu bazı sözler, görecektin. Yaşanmış mı bazı durumlar, anlayacaktın. Etrafta sözler, gülüşler, tatlı telaşlar var. Dışarıda hava soğuk ama içerisi sanki yaz evi. Kanatları kırılmış sözler işitince bir an, duygunun ilk başlangıcını yitirince yani balkona çıkar gibi geçeceksin, o da tersi yöne doğru geçer gibi yapacak. Aslında sen ona o da sana geldi buraya ama bir selamlaşma olmayacak, iki çift söz edilmeyecek; bu mutabakat kendiliğinden sağlanmıştı aranızda. Kararlar önceden alınmış duygulara göre verilecek. Merdiveni kullanmam da bu yüzden. Merak, arzu, istek boca edilmiş bir şekilde yüz ifadelerinden okunacak, o bir kaç saat böyle geçecek. Üstüne gelecek senin o birkaç saat, suçunun, itirafının, önceden söylenmiş olanın. Kendini belli etmiş olanın. Başkalarıyla konuşacak, sigaranı onlarla içeceksin. Orda olması istenenlerin üstünü örtecek bir şey olacak bu. Herkesin birbirini tanıdığı bu mekânda yükün buydu senin. Burada. Doğallığını yitirecek olan davranışlar arasında Devamını oku

Şiir

bir mehtabınız olsun: akın yanardağ

                     “olsun: gece misiniz, bir mehtabınız olsun..”/m.çetin

o kadar uzak değildi. o kadar yakın da
aşkın dokunabilirliği, gibi. ağlamayı gülmeye 
gülmeyi ağlamaya dönüştürmekle, yani o yaz günü 
çeşmesi gibi mayıs ağacı altında oturulan..kalbini mi
yani iyiliğini çıkarıp orta yere koyardı. varlığını koyardı
şimdi, görünmeden kimselere koruyor yine varlığını. kimseleri 
görmeyi kabullenmeden..onun hayatı, yaralarını böyle kalmak-
la iyileştiriyor şimdilerde. oysa aşk, iklimi neden korkutsun insanı
kalbi neden soğusun insanın: aşk, o iyi ve kamaşan karmaşa 
niye soğutsun ki arzusunu.. soğumadı..iyi ki

I.
hiç alınmadı sanki, hiç kırılmadı hatta
anlamını arayan bedeni cömert bir kalbi
hoşgörülü kelimeleri vardı manolya’nın
uzak bir liman olma dileği her defasında
dur-duraksız yollara yürüme serencamı.. Devamını oku

Söyleşi

Şair Emrullah Alp ile Akın Yanardağ Söyleşisi

“Benim Tanımlara Karşı Bir Savaşım Var. Fişlerin Yeniden Yazılmasını Talep Ediyorum”

İçimden Hiçime (2013) ve Kekeme Kırıntı’dan (2017) sonra üçüncü kitabın Sanıgeçtiğimiz günlerde yayınlandı. Evet, insan bir şekilde çağrılır ama neler oldu bu arada ve şiir nasıl çağrıldı, nedir bu kitabı hazırlayan süreç?

İnsan yakın olduğunu çağırır, yakın olduğu da onu. Bizim şiirle böyle bir birlikteliğimiz var.

Benim iç cebimdeki kalem ne zaman kendini tüketmek istese hep şiire koşar.

Sanı’nın süreci tek bir şiir düşünülerek hareket ettiğim için dinlenerek, susarak, uzunca bir zaman ayırarak gelişti ve tamamlandı. Sanı şiirini bir karakter olarak düşünerek onun ağzıyla konuşmaya,

Onun gibi bakmaya ve Onun ruhuna uygun kelimeleri seçerek yazmaya çalıştım.

Kitabın ikinci kısmı olan Ahdaş bölümünü ise ruhları ve yaratılışlarıyla her biri farklı olan şiirler oluşturdu. Devamını oku