Blog yazılar

Arkandan el sallayacağımı bilmeden*: Akın Yanardağ

Tarihi hatırlamamak benim yazgım sanırım. İlk tanışmamızda kitabım çıkmış mıydı, onu da hatırlamıyorum. Ben onun izleyicisi, takipçisi ve okuruydum. İstanbul’a taşındıktan sonra sık sık görüşür olduk. Bu defa uzaktan seveni değil, kardeşi oldum. İstanbul’da Mehmet Çetin’in evinde, ne zaman gelse ilk olarak kitaplığa yönelir, sürekli yolcuklarının ve ev taşımalarının telaşıyla sağa sola verip dağıttığı kitaplarından kalan izleri, tanıdık sözleri, oluşmuş boşlukları bulup çıkarır ufkuma sererdi. Artık nereye gitse beni de çağırır, nereden dönse bana yönelirdi. Şiirini kurduğun damarı sürdür, derdi; edebiyatını yalınlık üzerine kur, içindeki damarı besle ama o damarı öte âlemlere, öte sulara, öte rüyalara da taşır. Güncelin içinde boğulma, geçmişin virane boşluklarında çok kalma, geleceğin tozlu raflarını temizle şimdiden, ardını önüne al, rüzgârın yönünü değil kokusunu al yanına.

Zaman genişti, aralıklar ise kısa. Ama yol, kendi hazırlığını yapıyordu.  İlk o zaman mı görmüştüm? Kuşkusuz Mehmet Çetin tanıştırmıştı bizi. Erdal Ceviz’in Seyr-î Mesel mekânında o gün, Çayan Demirel’in belgesel gösterimi ve kısa bir şiir dinletisi olacaktı. Dört geniş zaman, dört geniş ırmak, dört gövde gecesi idi; hayatı kuranların ortaklaştığı düş. Niye geniş, niye ırmak, niye gövde, niye düş? Yurdum dediğim bir iç denizin sonsuz adacıklar oluşturup dünyanın sokaklarına saldığı sürgünler miyiz biz?

Öyle. Bir çarşaf gibi tozunu silkmeye geldik dünyanın. Onca anaforun içinde kendi yatağında akan menzilin içindeyiz. Dahası gelmek üzereyiz! Gelmek üzereyiz çünkü Emirali Yağan ile Edward Said’i birlikte düşünmeden edemiyoruz.  Yerinden edilmiş; merkezsiz, huzursuz ve dağınık. Dünyanın bir ucu ile diğer ucu arasında gerilimli bir yerleşme ya da yerleşememe hali. Bir şey kendini tamamlamaya bir damla arıyor sanki. Buluyor da! Evet ama, damla düştüğü andan itibaren ne ilk kaynağına geri dönebilir, ne de düştüğü yerde parçalanıp dağılmaktan kurtulabilir. Bu yüzden reddettiği (devlet) ile reddedildiği (devlet) bir yerde, payına düşenin kalbini kemirdiği yerde durup eşeliyoruz külü: yol, kendi halini yaşıyor orda ama zamanla oluşan mesafe kapanmıyor. İçine doğduğu hayatı dünyanın sokaklarına taşıyan ve sonra kendini de taşıran damla gibi, “Ben dünyanın dağınıklığından geliyordum.” İşte dünyanın sokaklarını da arşınlıyor şiir.

Yaşasın! Gövdenin kendini hayatın orta yerine serdiği ölüm kalım günleri sonrasında, etki pratikleriyle çoğalan, sözcüklerle kurulan ve sürdürülen her şey yaşasın hatta! Hayatın geçtiği, konduğu, durduğu yerde sözcükler bunu ifade etmeye bir olanaktı. Rüya da yaşasın, aşk da! Dünya yaşasın, evet ama içinde yaşayanların küçük bir kesimi için bir ölüm biçimi olmadan yaşasın. Kendini kuran, bozan ve yeniden kuran öznenin çabası olarak yaşasın dünya. Şuna, buna, ona değil, öznesi olan hayata dönsün. Çok mu?

Çokmuş ki, dünya bir zarafet ağacı da değilmiş! İncelikler sunan bir yer de değil. Egemenlerin arka bahçelerinde bir gazap gibi yakan, yıkan, bozan kötülüğü de var. Şunu diyordu: 87 gün işkence süreci sonrası koğuşuma yani arkadaşlarımın arasına döneceğim için sevinirken kendimi bir zindanın bodrum katında rögar sisteminin bağlandığı bok çukuru içinde buldum. 24 saat boyunca, o çukur ağzıma düşmesin diye iki kolum üstteki tutunma yerinde, ağzım ise yukarıya, en yukarıya uzanacak şekilde durup bekledim.

Beklemek mi bu? Değil elbette. Bir tavırdır bu. İnandıklarını savunma halidir. O ki her şey, bir uzun öykü gibi serilmiş dünyamıza. Gitmeler, solumalar, yurtsuzluklar, lâmekânlar, özne oluşlar, karşıt duruşlar. Yani sadece iktidara ve verili olanın reddine değil; içimizdeki iktidar ve verili durumların kabulüne de karşıt duruş! Öyle. Meşrulaşmış her şeyin kabulüne red! Beklemek değil bu; kendini kendi sürecinde kurmak, anlamaya çalışmak, anlaşılmaya durmak. Birimiz anlasaydı keşke!

Keşke değil! Sorun da değil bu. Ama bir farkındalık hali olarak hayatın geldiği yeri görmek. Bir kez yenildik, ama öncesinde de yenildik! Bu yenilme biçiminden öğrenmek, yaşamın kendi anlamını verecekti sanki. O günler, o günlerde o elbiseler, masallar, rüyalar ve sonra ne.. “Sana bir sır söyleyeceğim: zaman sensin!” Bunu mu söyleyecekti o yol evladı? Belki. Ama belki’lerle sürdürülemiyor hayat. Belki’leri geç, acaba’lara gel! Başka nasıl olabilirdi’ye gel! Yani o kadar mı umutsuzduk, o kadar mı eli kolu bağlı? Değildik elbette! İçinde yürüdüğümüz hayat kendi içinde hakikati taşırdı, cümleyi doğru yerden kurmayı taşırdı. Kaosa düzen vermek, düzeni kaosa eğmek! İktidarların her şeye düzen vermek istedikleri yerde, kaosa dönüşmeye de açık olmak. Dil şenliğini düzende değil kaosta kurmak! Kendini nesne olarak değil, özne olarak kurmak. Raskolnikov’un kendini içinde kabul etmediği yüksek uyumu da reddetmek. Uzlaşmasız kalmak.

“Kapıldığım kurgusal âlemde yıllar eskitirken gidinin cilalı uygarlığında boğazlanan halklar, harap edilen ülkeler, kazınana yağmur ormanları, eriyen buzullar, yaşlanan dağlar, kuruyan ırmaklar, çekilen göller, büyüyen çöller, kirlenen denizler ve tükenen türleriyle yok oluşa çark dönen dünyayı neresinden teğet geçtiğimi ve tuzumun nasıl kuru kalabildiğini sormadım kendi kendime”*

Yer ile gök arası kurulmuş olukta, hayatın sırat hali ile hoşluğun rüya halinde oluşan menzil farklarının bizi ayrı yönlere, ayrı iklimlere saldığı durakta, zamanın açtığı mesafede, burada: Arkandan hüsranla el sallayacağımı bilmeden.

“Brahman gelene yalın bir soru sorar:
– Kimsin sen?
– Ben Emirali Yağan. Acımasız zorbalıkların, cürümlerin sahnelendiği topraklardanım. Atlaslarda görünmez, yok hükmünde bir iç ülkedenim. Tarumar edilip dünyanın dört bucağına savrulmuş kavmimin kırım artığı öksüz ve yetimlerindenim. Ne devlet ne ümmet düşmüş yakamdan. Bu yüzden yeryüzü tanrılarına, ulularına tepeden tırnağa sitemkârım. Evrensel Efendi Osiris’in huzurunda yapılan ahret yargılanmalarında okunan, bir örneği Louvre Müzesi Antik Mısır Bölümü’nde sergilenen Ölüler Kitabı’nın 123. bölümünde yer alan “Masumiyet Beyanı”

bana da uyar:
“İnsanlara karşı günah işlemedim… / Tanrıya hakaret etmedim (darımda varlık
göstermemiş olanı yok saymış olabilirim). / Bir yoksulu yoksullaştırmadım. /
Öldürmedim… / Kimseye acı vermedim, (diyemem, ayrılık acısı çektirdiklerim oldu,
inkâr gelemem). / Tapınaklarda besin gelirlerini azaltmadım… (buna yemin
ederim) / Ben temizim. Ben temizim. Ben temizim. Ben temizim.” (diyebilirim)”**

*Emirali Yağan
**Her yerden hiçbir yere
***Babil’den Paris’e
Akın Yanardağ
Kovara Dilop 2022
Sal:5 Hejmar: 25 Gulan-Pûşper

Bunları da beğenebilirsin

Yorum Yok

Cevap Bırakın