Browsing Tag

akın yanardağ

Şiir

sen de anlat

sen de anlat isterim, anlat lütfen
gözler önünde yiten o hayat nasıldı
kapıya yaslanan o her akşamki silüet
yazgının içine gizlenmiş o yaslı ad

ama işte rastgele sana da akya
seni uğurlayan yok diye şu yolda
evlere çıkmayan huyundan da beter
elleri var dili yok, ağzı var kendi yok
yalnızlığı bıraktığın şu akşamüstünde

bir eşiklerin hep dışında bırakılmış
dile gelsin ki sabr, anlatsın kendini

anlat..
Devamını oku

yazılar

Gitmek, çoktan yarandır: Akın Yanardağ

Hayat bazı şeyleri kenara iter..

Bazen kararlar alırız. O kararlar mesafesince gitmek isteriz. İçinde olduğumuz zamana sırtımızı döneriz o an. Gideriz; rüzgâr göğsümüze, göğsümüz ise başka olanaklara dönüktür; başka ihtimallere açıktır bağrımız. (…) Her şey iyi, her şey uygun gelir. İyi gideriz bir süre, hoş gideriz fakat yeterli bir zaman girince araya, mesafe kendini tüketince yani, ardımızda oluşan boşluğun işaretlerini, minik adımlarla büyüyüşünü belli belirsiz bir tonda fark ederiz. Ne olacak ki, neden ki, niye böyle olsundu ki demeye başlarız. İki hayatla bir anda, aynı anda, eş anda birlikte yürünemez miydi? Eskinin olanakları ile yeninin olanakları bir potada daha kabullenir değil miydi? Ama ne? Bir zaman sonra çürütülemeyen bir geri dönme isteği kendini duyurur, dayatır hatta. Bir şeyler eksik kalmıştır, bir şeylerin boşluğunu başka bir şey dolduramamıştır, bir şeyler sıkıntı gibi mim çakmaktadır, ve giderek.. İşte özlüyorum, işte bir mermer şuramda eriyor sanki, deriz.. Dönmek isteriz sonra. Yol birikimlerini, hayat işaretlerini ve hal edindiklerimizi heybemize yükler, döneriz. Yolda hoş kokular ve tanıdık düşlerle ayaklarımız evine dönen atın yürüyüşü gibi hızlanır. Yürek de destekler bunu. Azsonra bulmayı umduğumuz eski biçimler, eski sözler elimizden tutacaktır. O hoş yolu, hoş manzaraları, imgenin mermer karşısında üstün geldiği o anları severiz. Ve işte yol kenarı ırmağını görür, eğilir içeriz ondan. Tanıdık bir zaman kokusu bileğimizden kavrar. Heyhat! Devamını oku

Şiir

ay nefti ve eflatun: akın yanardağ

rüya içine ışığın sızdığı yaz, ısrarla orda
 
komşuda açan renkler kuruyan çarşaflar
iradeden bağımsız açılıp saçılan duygular
yaz günü renklerin azarıp bozardığı
öteki uçta ve burada
aynı dikenin acıttığı farklar
 
artık kimin özür dilemesi gerektiği önemsizken
kuruyan elbiseler arasında bir yaz, ısrarla orda
 
sabah olsa da uyansak mı? aşkın utanması yoktu diyelim,
bizim de mi yoktu?  mutfak duvarı dibinde, toz ve kırıntının
içine uyuyan, rüyanın sabahı olsa da uyansak..  ama sonraki
gün bir şeyler içtik ve yine uyansa mıydık, bir şeyler okunsa
mıydı gibi iç mırıltılar ve kırıntılarla masada, zamandan
soğuyan bardaklar gibi, sorsa mıydık: sabahla aramızdaki
mesafe ne kadar ve nereye kadar gidecektik, hem sonra dün
söz verdiğim arkadaşla, vazgeçse miydik.. 
Devamını oku

Şiir

aşk mesafesi: akın yanardağ

aşkın taze bir adı var
başka bir nazı var
dersim’de
 
kim geldi yolu tutulan bahçeden
inerken akşam gölgesi
o ağacın dibine
 
benden geçiyordu gözün seyri
uzak yerlerin bir hatır rüyası
bende yüz buluyordu
Devamını oku

Şiir

zaman burada

ölümü hüzünle geçmişlerdi,
ateşe taparlardı. t. uyar
 
sise yoğunlaşın. şurada bakın, ay var
bir yüzü rüyadır onun öbür yüzü dağ
 
şiirini yükseğe asan yürek
böyle çağrıldı -çağrılmasına ama
karşında savaşacak insan yok
makinelere karşı savaşıyoruz
demire karşı, şeyleşmeye karşı
bir yüzümüz ay bir yüzümüz rüya
burada, dağın aktığı ırmağında
sesin gövdeleşip büyüdüğü
zamanın çekirdeğiyle yaşıyoruz
dağları aşıp ovayı geçiyoruz
düşman korkak, düşman sinmiş
biz, tekniğe karşı koyuyoruz
  Devamını oku

Günlükler

varlığa akmak

5- Hayatı Katlayıp Cebe Atmak: Yılmaz Gürgül’e Açık Mektup

Zamana bak. Sen o zamanlar yolunu şaşıran bir kirpi gibi dalardın aramıza. Bir yılan da yapabilirdi böyle şeyleri. Ama günler geçti, eline başka şeyler geçti sonra sokağında birikenlerin. Sözler, huylar, davranışlar.. Kendini yenileyen bir şey gibi yenilerdi kendini sokak. Dedikodu, abartı, rutin..  Bazı şeyleri hatırlanmaya değmezdi ama dönüp bakınca, insanın alabileceği yolu ölçen bir mesafe gibiydi olanlar. Olanları katlayıp bir kenara koydun. Her şeyi katlayıp bir kenara koyma huyun katlanılmazdı doğrusu. Katlanılmaz bir şeydin sen! Geçelim.. Parayla öğrenemeyeceğin şeyleri öğrenmeye henüz vardı zaman ama cebinde azalan harçlığın gün gün eriyen topuğunun bir kanıtıydı. Değer kaybettikçe kaybettiren, insanları kendi hizasına çeken alışkanlıkları çoğaltmak gibi kötü huyları vardı paranın. Ama para da katlanılabilirdi. Bir kağıdı katlamaya kıyamazdınız ama o kağıdın satın alındığı para her şekilde katlanabilirdi. Buruşturulabilirdi hatta. Elinin kiri olsun! Para da her şeye katlanabilirdi. Küfür edilmeye bile. Yaşasın parasızlık günleri denerek de rest çekilebilirdi hatta. Kazanan, kazandığını buruşturup bir kenara koymuyordu ama sen, kendini de kağıt para gibi buruşturup cebine indirdin orda. Cebin herhalde sınır boyunda bir yerde seni bekliyordur, bilmiyorum; o da alışkanlığını senle sürdürmek isteyebilir ama sen, bir cep, elbet bir kimselerin işine yarar diyebilecek bir huysuz olduğun için, onu da katlayıp almışsındır yanına. Salyalı mendiller, kirli kıyafetler, kelli felli olmayan murdarlıklar, aletler maletler.. Ne de gıcık bir şeysin! Devamını oku

Blog yazılar

Arkandan el sallayacağımı bilmeden*: Akın Yanardağ

Tarihi hatırlamamak benim yazgım sanırım. İlk tanışmamızda kitabım çıkmış mıydı, onu da hatırlamıyorum. Ben onun izleyicisi, takipçisi ve okuruydum. İstanbul’a taşındıktan sonra sık sık görüşür olduk. Bu defa uzaktan seveni değil, kardeşi oldum. İstanbul’da Mehmet Çetin’in evinde, ne zaman gelse ilk olarak kitaplığa yönelir, sürekli yolcuklarının ve ev taşımalarının telaşıyla sağa sola verip dağıttığı kitaplarından kalan izleri, tanıdık sözleri, oluşmuş boşlukları bulup çıkarır ufkuma sererdi. Artık nereye gitse beni de çağırır, nereden dönse bana yönelirdi. Şiirini kurduğun damarı sürdür, derdi; edebiyatını yalınlık üzerine kur, içindeki damarı besle ama o damarı öte âlemlere, öte sulara, öte rüyalara da taşır. Güncelin içinde boğulma, geçmişin virane boşluklarında çok kalma, geleceğin tozlu raflarını temizle şimdiden, ardını önüne al, rüzgârın yönünü değil kokusunu al yanına.

Zaman genişti, aralıklar ise kısa. Ama yol, kendi hazırlığını yapıyordu.  İlk o zaman mı görmüştüm? Kuşkusuz Mehmet Çetin tanıştırmıştı bizi. Erdal Ceviz’in Seyr-î Mesel mekânında o gün, Çayan Demirel’in belgesel gösterimi ve kısa bir şiir dinletisi olacaktı. Dört geniş zaman, dört geniş ırmak, dört gövde gecesi idi; hayatı kuranların ortaklaştığı düş. Niye geniş, niye ırmak, niye gövde, niye düş? Yurdum dediğim bir iç denizin sonsuz adacıklar oluşturup dünyanın sokaklarına saldığı sürgünler miyiz biz? Devamını oku

yazılar

düş ve gülüş destan yaratır: akın yanardağ

 

“Dışarıda rüzgâr efil efil savuruyor saçlarını
Boşluğunda gökyüzünün
Yürüyor mavinin enginliğine
Dışarıda su yürüyor yatağında
    içlerine denizlerin
/
Musalla taşının kırık çeperinden usulca
     Düşer patikaya ezili şiir”
(“Ezili Şiire Ağıt”)
 
“beni bulmana geldim.” cengiz sinan çelik’in “serdestan” kitabının ilk şiirinde geçiyor bu dize, ve bir dize onu bulmamıza da vesile oluyor.  bu vesilenin şiir yoluyla olmasına şiir adına seviniyoruz fakat, sesinin bize kadar gelmesinde koşulların imkansızlık derecesindeki etkisini de düşünmeden edemiyoruz. aklımıza hüseyin kaytan geliyor mesela. “dağ divanı” adlı toplu şiirlerini (levhalar hariç) bir telefon kanalıyla karşı tarafa iletmesi, o şiir üzerine çalışma, olgunlaştırma olanağının da ne derece zor olduğunu gösteriyor bize. iki örnek arasındaki zorluk farkının ayrı olmasına, yani biri dağ koşullarında diğeri ise cezaevi koşullarında -ki cezaevi, koşullardan ziyade bir de tutukluların tecrit, işkence vs ile karşı karşıya olmaları gerçeği var- olmasına karşın, şiirin yazılma sürecinin ve sonrasında iletilmesinin başlı başına zor koşullarından bahsediyorum. buna karşın şiir cinsinin kendini yazdırması ve kendini okura ulaştırması, bu ürünlerin şiir olarak kendini var etmesinden geliyor. geçelim..

Devamını oku

Şiir

gözlerimle gördüm: akın yanardağ

gözlerimle gördüm bu sabah
ölüme eşitlendiğini göğün
kanın hücum ettiği alanlarda
bozkırın su taşıdığını ormana

gözlerimle gördüm bu hayatı
sabahın ilk saatlerinde olanların
başımızın üstünde ve dünyanın
dışında bir yerde oluştuğunu

bir çok yerde süren yolların
başka yerlerde oluşan yalnızlığını Devamını oku