Günlükler

varlığa akmak

5- Hayatı Katlayıp Cebe Atmak: Yılmaz Gürgül’e Açık Mektup

Zamana bak. Sen o zamanlar yolunu şaşıran bir kirpi gibi dalardın aramıza. Bir yılan da yapabilirdi böyle şeyleri. Ama günler geçti, eline başka şeyler geçti sonra sokağında birikenlerin. Sözler, huylar, davranışlar.. Kendini yenileyen bir şey gibi yenilerdi kendini sokak. Dedikodu, abartı, rutin..  Bazı şeyleri hatırlanmaya değmezdi ama dönüp bakınca, insanın alabileceği yolu ölçen bir mesafe gibiydi olanlar. Olanları katlayıp bir kenara koydun. Her şeyi katlayıp bir kenara koyma huyun katlanılmazdı doğrusu. Katlanılmaz bir şeydin sen! Geçelim.. Parayla öğrenemeyeceğin şeyleri öğrenmeye henüz vardı zaman ama cebinde azalan harçlığın gün gün eriyen topuğunun bir kanıtıydı. Değer kaybettikçe kaybettiren, insanları kendi hizasına çeken alışkanlıkları çoğaltmak gibi kötü huyları vardı paranın. Ama para da katlanılabilirdi. Bir kağıdı katlamaya kıyamazdınız ama o kağıdın satın alındığı para her şekilde katlanabilirdi. Buruşturulabilirdi hatta. Elinin kiri olsun! Para da her şeye katlanabilirdi. Küfür edilmeye bile. Yaşasın parasızlık günleri denerek de rest çekilebilirdi hatta. Kazanan, kazandığını buruşturup bir kenara koymuyordu ama sen, kendini de kağıt para gibi buruşturup cebine indirdin orda. Cebin herhalde sınır boyunda bir yerde seni bekliyordur, bilmiyorum; o da alışkanlığını senle sürdürmek isteyebilir ama sen, bir cep, elbet bir kimselerin işine yarar diyebilecek bir huysuz olduğun için, onu da katlayıp almışsındır yanına. Salyalı mendiller, kirli kıyafetler, kelli felli olmayan murdarlıklar, aletler maletler.. Ne de gıcık bir şeysin!

Zamana bak sen. Günleri kaba saba olanakları içinde aldığın yola bak. İnanmalısın ki kötü şeyleri hatırlamak, iyi şeylerin sebebi olabilir bazen. Şöyle ağzına layık şeylerin hani. İstediğin şeylerin. Tam da midene göre olan şeylerin.. Diye diye her şeyi katlayıp cebine koydun. Yastığına koydun. Kalbine koydun. Arkadaşlarının zihnine koydun. Derken birgün, sokağın başında bir halka gibi eğilip bükülen bir şey olduğunu fark ettin zamanın. Eyvah dedim ben ama sen o arada, Katlayıp cebine koydun onu da. Söz dielemez bir huyun hep vardı. Zihnin bileniyordu. Zihnin katlanmaya karşı koyuyordu ne ki onu da katlayıp icabına baktın. Nihayet her şey, ama her şey nizamını buldu cebinde. Sonra yastığın ve sonra kalbin. Kalbin teneke sesi çıkarıyordu bazen, hurda sesi ve beton. Çünkü onları da katlayıp bir kenara koymuştun. Kalp kalp olma özelliğini yitirmek üzereydi sanırım. Geçelim ama katlayıp bir kenara indirdiğin şeyler, yan yana istiflenip dolaba doldurulan kıyafetler gibiydi. Renk renk. Boy boy. Biçimli biçimsiz. Ama şeyler her şekilde varlıklarını koruyorlardı yine de. Katlanıp icabına bakılan her şey de işte, bu renkleri, boyları, biçimsizlikleri ve kapladıkları alanlar olarak yeni bir düzenini kurdu hayatının. Şöyle dedin o zaman: “İşte kazandım: düzene karşı düzensizlik!” Derken dilini çıkardı zihnin: “Hay şapşal, düzensizlik de bir düzendir, biz seni hizaya çekmesini biliriz.  Biliriz de ne yapacağımızı bilemiyoruz seninle!”  O an kuş sesleri çıkaran bir şaklaban gibi gülüp durdun ama sahiden bir kuş geçermiş gibi başını kaldırıp bakıyordu insan her seferinde. Sen gülünce yani. O kadar gıcık! Gerçi gıcıklık da neydi ki senin yanında!

Zihnine şöyle bir yanıt vermenin iyi olacağını sandın (hemen söyleyeyim: saçma bir yanıt; ne bir şey anlatan ne de bir şey sunan keyfi bir boşboğazlık. Hele son cümlen tam bir işgüzarlık): ‘Bildiğini canıma okumaya çekinme. Cebimdesin; katlandın ve boyun eğdin. Sesin bile biçimsiz iniltilerden ibaret. Sen mi lanet edecektin ruhuma. Rüyama yani. Nedir olanakları bir kölenin ki. Kölenin kölesi olduğum ve bu yüzden üç kez yenik düştüğüm bu benzerlikte, sen en altın altı bile değilsin. Bozulma. Ama biçimini koru; sana verdiğim biçimsizliği yani. Lanet ettiğin zaman, kalbimde bir leke gibi iz bırakacağını umalım ama ne çıkar! Ruhumu karanlık lekelerle doldursan ne çıkar! Ölümlü olanların bu dünyadan başka dünyaları yoktur. Sınayıp bakacağı bir öte zamanı yoktur. Ahaa! Sınamak denen şeyi de katlayıp cebime koyuyorum.’

Katlanmak: İnsanın kendi derisine huyu kazımak gibi. İnsan her şeye katlanabiliyor. Ama katlanamadığı bir nesi var başka? İnsanın yani. Yorulmayan çenesine bakıp birilerinin, geviş getiren hayvanların çaresiz dalgınlığı gibi. O hayvanların gözleri her gün ışığında uyandırır, peşine salardı seni.

Sen o zamanlar gülerdin. Çıkıp bozkırları dolaşırdın. Taşları yerinden kaldırıp, altındaki taze otların kırılganlığına şaşırırdın. Hayret ederdin elindeki korkuya, ya bir yılan çıkarsa diye. Elinin korkusu değil de, şöyle derdin kendi kendine: ne de çok çekmişim önceki hayatlarımda, şu sürüngenlerden! Bugün de öyle, sürüngenler canına okuyor senin. İğreniyorsun onlardan. Nasıl da duvar diplerinden süzülüp kanını akıtıyorlar insanın! Meşe ağaçları arasında, cadde ortalarında, hapishanelerde. Ama ne diye düşünüyorsun bunları? Düşünmek bir yerde nedir ki! Hareketin olanaklarını yerinden kımıldatıp yerinden edemiyorsa kötülüğü? Hayatın ıncığını bıncığını takıp takıştırıp boynuna asıyorsun; ufak tefek huylarını insanların kendine dert ediyorsun. Üstlere değil altlara bakıyorsun. Altların çaresiz hizaya gelişlerine. Kötülük kokuyor her tamam ama abartmasak! Anlatamıyorum. Ama bazen iyilik kötülük müdür dediğin de oluyor sanki. İnsanların davranışlarını, kişilik özelliklerini dert edeceğimiz yer neresi olmalıdır; bunları anlatırken katlanıp durdum sana! Hep o katlanmak yüzünden. Kendimize ve her şeye.

Biz bu dünyaya bir yar için ah etmeye geldik, demişken üstelik Yenişehirli Avni. Kendimize katlanırken kahroluyoruz. Ne saçma bir anafor bu! İnsanı kendi anaforuna çeken haline de kızıyor muyum ne..

İçinde şenlik taşıyan adamın taşlara uzandığı, etrafında olup biten her şeyi katlayıp cebine koyduğu yerde, olanlar bir daha olmasın diye boyundan uzun kavakların esintisini kokladığı yerde, diyelim ki mısır eşeği olduğu yerde soluyor öğle sıcağı da, bir açılıp bir kapanan projeksiyon düğmesi. Zihni bir an aydınlatıp geri çekilen. İliklenmiş olsun isterdi ağızlar da, ama cürmü işte vicdanına kadar.

vicdanına ve adalet duyguna hürmetle..

Bunları da beğenebilirsin

Yorum Yok

Cevap Bırakın