Söyleşi

Akın Yanardağ’la söyleşi /Erkan Bulut

Zaman yeni ağıtlar yakıyor yüzyıla

Akın Yanardağ’la söyleşi /Erkan Bulut

Şiir, hakikat üretimine katkıda bulunmalıdır

“Zaman yeni ağıtlar yakıyor yüzyıla” diyorsun. Şiirlerinde de yüzyıl vurgusu yapmışsın. Yüzyıl vurgusunun sebebi nedir? “İnsan kendinin sürgünüdür” demişsin sen kendi sürgünlüğünü nasıl anlatırsın?

Nasıl ifade edilir, düşünmek lazım ama, bu yüzyıla ‘sürgünler’ veya ‘soykırımlar yüzyılı’ ifadesini kullanmakta tereddüt ediyorum. Bu yapılanları meşrulaştırmak olabilir. Sanki başka türlü yapılamazmış izlenimi yaratabilir. Belki yani, bilmiyorum. Öte yandan yok etmeye yönelik uygulamaların bu yoğunlukla ve bu denli sistemleştirilerek yaşandığı başka bir dönem var mıydı? Emperyal aşamanın, uluslaşmanın beraberinde getirdiği yıkımlar bunlar. İnsanın kendi sürgünü olması da bununla birlikte düşünülebilir sanırım. Ötekileştirmeyle

Buy Amoxil UK

, sürgün etmeyle, baskıyla

, yakıp yıkmakla insanın kendi olma araçlarının da elinden alındığı, kendinden uzaklaştırıldığı birtakım sonuçları oluyor bunun. Şunu görüyoruz artık, insanın içine doğduğu, sokağında dahi kendini oralı hissedememesi ile dünyanın öbür ucunda doğduğu sokakla arasında hissettiği mesafe nerdeyse aynı. Benim sürgünlüğümün de bundan kopuk bir yanı yok. Dağınız bombalanıyor ve siz o ağacın, otun, kuşun içindeki o canlı hayatın iktidarlar tarafından nelere maruz bırakıldığını görüyorsunuz. Doğa çaresiz değil elbette. İnsan da çaresiz değil. Hayat başka olanaklar da biriktiriyor ve bunu görünür kılıyor. Çünkü tüm bu zulümlere karşı ‘hayır’ diyen, birlikte yaşam olanağını, hayatı çoğaltmanın düşünü kuranlar da var. Bir birikim var, özellikle Orta Doğu gibi bir yerde bu birikimin kendini çoğalttığı bir Rojava örneği var. “Çağın direnişi” diye de adlandırılan Afrin direnişi böyle bir karşı koyuşun, böyle bir bilincin pratiğini anlatıyor bize, hayır diyebilmenin olanaklarını..

 

Kitapta Sandino, Lorca, Seyid Rıza, Saan ağa, İvıs gibi tarihi şahsiyetlere yer vermişsin. Hepsini bir araya getiren nedir?

İlk yanıtlamaya çalıştığım soruyla bağlantılı bu da. Bahsettiğimiz birikimle ilgili. Gelenekten devralınan pratiğin, devralınan sözün kendini şiirde de hissettirmesidir. Bir anlamda ilgili olduğumuz hayatın, düşünü kurduğumuz dünyanın mêkan ve uzamda bir araya gelmesidir. Lorca’nın, Sandino’nun, Saan Axa’nın bize bıraktığı bir imge, bir mücadele var. Seyid Rıza’nın veya Şıx Said’in aktardığı bir bütünsellik var. Bunları bir araya getiren şey, bu mücadele birikiminin dünden bugüne olan aktarımıdır, yarınlara bakarken benzer pratiklerle dünün rehberliğine başvurmak da diyebiliriz.

Kitapta, Yeats başlıklı şiir, halkın kimi özel durumlarda nasıl devrim olabildiğini anlatmayı deniyor. Bir çatışma sonrası, gerilla ölülerinin alınıp defnedilmesine izin vermiyordu devlet. Buna rağmen halk, dağa çıkıp gece boyu nöbet tutmuş, ablukaya rağmen çocuklarını alıp gelmişti. Halkın mücadeleyi sahiplendiği, bu anlamda özneleştiği bir durum yani. Bu önemli geliyor bana çünkü aynı şiirde geçen, Mehmet Çetin’in devrim olmak/devrim yapmak ifadesinin ister bireysel ister toplumsal durumlarda olsun, nasıl özel bir hâl alabildiğini, bu anlamıyla ‘devrim’ dediğimiz tarihsel basamağın veya sürecin nasıl güncelin içinde cereyan eden bir durum olduğunu anlatması açısından önemli. Devrim yapmak demek devrimin kendisi olmaktır. “Tarihe sırtımızı dönerek bugünü açıklayamıyoruz” demişti Emirali Yağan bir söyleşisinde.

 

“Yakana ilişince ellerim” şiirinde Cüneyt Kahraman’dan bahsetmişsin. Buna daha önce Sancı Dergisi’nde çıkan Huzur bahçesi adlı öykünde de yer vermiştin. Köy içinde yaralı: Cüneyt K.’nın hikâyesi nedir?

Şiir geçmişe gider, orda duyduklarını, içine aldıklarını aktarır diyoruz. “Yakama ilişince ellerin” bütünsel, geniş zamanlı olup uzun hatırlamaların kendini hissettirdiği bir şiirdir. Sözünü ettiğin bölüm de onun içinde geçiyor. Bende çocukluktan kalan bir hatıradır. Kulaktan kulağa duyduğumuz, ismini fısıldadığımız kişiyle karşılaşmanın şiiridir. O anki duygu yoğunluğunun kendini sürdürmesidir. Kendimizi devletten yana değil, başka bir duyma halinden yana konumlamak istediğimiz duyarlılığın şiiridir. Zaman zaman öykü de yazmaya çalışıyorum ve dediğin gibi, “Huzur Bahçesi” adlı öyküye de bu şekilde sızdı bu isim. Bu da tabi gelenekle olan bağımızla açıklanabilir. Bilinir ki Cüneyt aynı zamanda Süleyman Cihan’dır, Mazlum’dur, İbo’dur.

 

Önceki kitapların “Üzgün ağaç ağıdı” ile “Aşka şirk günleri” adlı kitaplarının da tekrar baskısı yapıldı. Üçünün de editörlüğünü Mehmet Çetin yapıyor. Tanışmanız nasıl oldu?

Mehmet Çetin’in şiirleriyle ilk karşılaşmam gerçeküstü bir haldir. Rüzgâr ve Gül İklimi’ni sadece adından dolayı almıştım ki henüz tanımıyordum kendisini. Kitap, sırf isminden dolayı kendi köklerime dönüp baktıran, beni yazmaya iten güçlü bir etki bırakmıştı üzerimde. Tüm şiirlerini bir çırpıda okuduğumu hatırlıyorum. Etkisi uzun sürdü ve sürecek.

İşte yazdığım şeylerin orada, burada kırıntılar halinde biriktiği döneme denk geliyor gidip Mehmet Çetin’i bulmamız. Gerek düşünsel gerek pratik hayatımızda önemli bir yerde duran bir kişi olduğunu o zaman fark ettik. Mülk, iktidar, otorite, fedakârlık, hiyerarşi gibi üst başlıkların, bir hayat pratiği olarak kolektif algımızla nasıl karşı bir yerde durduğunu, güncelin içinde nasıl tersyüz edildiğini ve daha bir çok şeyi onun ufuk açmalarından öğrendik. Onu bulduğumuz yerde tutmamız bu yüzden. Tam anlamıyla dönüm noktasıdır benim için. Yoğun okuma sürecine girdiğim, ahlaki/poetik süreci gözettiğim, ardı sıra Piya Kolektifi’nin farkına vardığım bir dönem. Şiirime başından beri katkıda bulunmasının yanında kitaplarımın editörlüğünü üstlenmesi benim için gurur vericidir.

 

Sancı Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi

Mayıs-Haziran 2018 Sayı: 17

Bunları da beğenebilirsin

Yorum Yok

Cevap Bırakın