Öykü

tayf yaraya akar: akın yanardağ

“haklısın, hastayım ben /şair değilim asla!

kucakladım zamanı /dönüyorum bak” (xecê snr)

 

kalbin çatırdıyor kuru otlar gibi yanabilir gece kalmayabilir sabah olmayabilir zaman hiç kalmayabilir acele adımlarla merdivenleri çifter üçer çıkmak gibi yaz akya, kanatlanmak mümkün olmayabilir çünkü rüyan seni bırakabilir deniz dahi kuruyabilir kuruyan kalbine kuru bit ot gibi yakılabilir kibritle onun bunun şunun dediğiyle demediğiyle bir gün diyebileceği ile birgün zaten telefonlarını hiç açmayabilir çünkü ölünce ölüler yani ölüler telefon edemez zaten öldün sen duvarlara kurşunlara değil hem de onun kalbine çarparak soğuk mu yağmurlu bir bulutlu ayda: o dêrsim dağlarında.

sunakta oturmuş, onunla yakınlığını düşünüyor. bunlar o zaman oldu diyor, bu daldaki tayf bitkisi.. ileri adımlanmış duyguların onu sürüklediği yer bir boşlukta sallanmak oluyor. bunu duyumsuyor artık. bir refleksle kendini geri adımlamaya çalışmasını, çalıştıkça çırpınmasını anımsıyor. oturmuş bunları düşünüyor. tüm bu aralıklarda olanları.. peki ne olabilirdi başka? bulunduğu yerin en yükseğine çıkıp alnına vuran rüzgarın kokusunda onu özlediği şu çaresizlikten başka.. dal gibi bir su akıntısı geçiyor şimdi önünden, götürebilecek mi seni gitmek istediğin yere?

suyun kendini çekmesi gibi çekildi duygular. suyun, düz bir ovada yavaşça, ulaşabildiği yerlere kadar akıp çekilmeye bırakması gibi kendini, unutuldu orda. oysa etraftaki otlar ile  küçük ağaçlar rüzgara nasıl da uzanıyordu öyle; buna ne çok seviniyordun oysa. hayatından unutulmuş kokuları,  oluşmuş boşlukları dolduruyordu bu; onun göğsündeki çiçeği anımsatıyordu , ayakkabılarını eline alışını, otlarını yoluşunu; öptüğünü ağzını.

peki su ne diyecekti buna, nasıl hissedecekti kendini? doğrusu herkesin aynı olduğunu görüyorsun şu günlerde. aynı acıdan yapılmış gibi öyle yılgın, ama ulaşılmaz öyle. aşklar  da bir  üçgen halinde yaşanıyor artık. birbiri üstüne pusu kurmuş sözlerden geçip bir yere varmaya, görünür olmaya. peki su nasıl hissediyor? eskiden olsa bunu öğrenme isteği ağır basacağı için gider öğrenirdin. şimdi? biz mi unuttuk yoksa yalnızlık bizden önce mi.. çağımızın büründüğü yeni bir nitelik bu; neye dönüştüğümüzü bilmediğimiz bir şeyde cisimleşmek..

bizyedirenk kardeşliği dünya için baktık bitkilere sonra haritaları bulduk sınırlarımızı bildik başka sınırlarla yakınlığımızı farkımızı uygunluğumuzu bulduk ama ne önemi var şimdi bunun su dağını kazıyordur şimdi boynunu tırmalayıp ama müthiş olaylar oluyordu bizim çaresizliğimizde "su bir ucunda yangın bir ucunda dünyanın*" gibi içinden çıkılmaz ağlarımız vardı ağızsız ayaksız bir dala tutunmasız ağsız damarsız kaldık yarasız bir önemi yok madem niye anlatıyorum bunları ki şimdi su

, yeni bir ağız edinmiş kapaklandığı ağzıyla başka bir yara edinmiştir senin olmayan. niye kuruyorum bunları bilmiyorum ama altını çiziyorum: senin olmayan.ama madem yarasız bir önemi yok insanın!

yaradan tayf çıkar. tayf bitkisi

umulmadık sıcaklıkta boşalmalar duyulur kanda
ikisinin birlikteliği senin ona uzaklığındır
uzaklık yaraya yakınlaştırır, kanı hızlandırır
kırılmadık yer bırakmaz kalbinde
uzaklık, yakınlaştırır

delici bakışları üzerimdeydi, iyi
beni delip geçen bakışları benden önceki hayatındaydı, iyi
iyi olmayan ise iyi olmayan şeyin henüz bilinmediğiydi
sinsice büyüyerek iterek güzel anların üstünü
iyi olmayan şey kendini belli etmediğindeydi
tuhaf gerekçelerde alınmalarda
tuhaflaşmalardaydı
bugünü kuramamak ağrıyı kovamamaktaydı

neydi karar vermeyi zorlaştıran şey;belirsizlik. arafta sallanan sözler. cümle olamayan, bir şey olmayı beceremeyen sözler.

yerde tayf bitkisi. biz etniktınılar kardeşliği eğilip aldık ki tayfın sözcükleri kanımızdan boşaldı ama nasıl kendimize uzaklık kendimize yakınlık tek yanlı değildi artık çok yönlü az yönlü belirsiz yönlüydük artık ki o tayf bitkisi kendine eğdi bizi yaramıza baktık: kanımızdaki rüzgargülü..ama ne önemi var..su dağı kazıyordur çünkü orda bir ferhad var sanıyor.

neden ses tonun unutmuyor seni kırdığımı.. sesin ta oradan geliyor o kuru zamandan yanmaya azsonra diyen ağzından bir gecikmeyle sevişmemeye çağıran saçtellerinden aşksız nasılsın diyişlere uzun zamandır bir derdini bilmeyişlere  açıp sohbet etmeyişlere  iğnelemelere; itmelere..ben: sesimde sakladığım kırgınlığımı, birikmiş kırgınlığımı topluyorum hep kalbime, bir ok gibi, ama o sevgi? ne zaman ihtiyacın olsa yanında olmayana duyduğun o saygı, o imkânsızlık isteği?

(…)
yazmakla da geçmedi kalbinin sevgisi. o değil, sensindir mutsuz, sensindir özür, sensindir o..bir sevgisizlik nasıl mümkündür söylensin şimdi.sonra o onyedi yaş gençliği..nasılkurtulunabilir o kayıptan. yoldaşı vurulan o dersim dağı, nasıl tutulabilir yarasından. yıllar sonraki o yatılı alışkanlığından. şimdi burada, bu bahçede mi, kendi ektiği güllerinde mi; ama niye hep kötülük, kalbime ki.

Kaynak: Sancı kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi

Bunları da beğenebilirsin

Yorum Yok

Cevap Bırakın