Öykü

Zamanı geldiğinde zamanıdır*: Esra Gültekin

“Orada bir merdiven var /Her zaman orada o merdiven
masumca asılı /geminin kenarına yakın…

Aşağı iniyorum… /Batığı incelemeye geldim…

Verilen hasarı görmeye /ve ortalığa saçılmış hazineleri…” *

O gece bir rüya görmüştü. Pencerenin önünde, perdeyi hafifçe aralayıp dışarı bakıyordu. Hava yeni yeni kararmaya başlasa bile, sokak çoktan boşalmıştı. Perdeyi neden tam açmadığına dair bir ipucu yoktu düşünde. Sadece karanlık sokağa, yarı açık perde aralığından bakıyordu. Hızlı adımlarla karanlığın içerisinde koşan bir kadın gözüne çarptı. Yağmur, saçlarının ucundan damlalar halinde gömleğinin üzerine düşerken, bedenine yapışan ince gömleğin ardındaki siyah sütyeni daha belirgin bir hal almıştı. Rüzgar, yürümesine karşı koyacak kadar şiddetli esiyor, eteğini savuruyordu. Bütün bunlar onun umurunda değildi, o sadece bir yerlere yetişmenin telaşındaydı. İçeride, yarı açık bir zaman ki, telaşsız. Dışarıda ise gökyüzünden yere boşalan yağmur kadar telaşlı bir gece akmaktaydı.

Gölgesi gecede uzarken, dalları sık geniş yapraklı bir ağacın altına sığındı kadın. Kendisinden oldukça genç, fakat kendisi gibi kahverengi uzun saçları vardı. Bir yerlerden tanıyor gibiydi. Bir düş görüyor gibiydi. Dışarısı gerçek olmayacak kadar tanıdık bir zamanı çağrıştırıyordu. Üzerindeki bakışları sezmiş olacaktı ki, birdenbire göz göze geldiler. Dışarı birden bire içeri dolmuş gibi ürperdi. Ağacın altında sırılsıklam bekleyen kadın, ayakkabılarını çıkartıp dans etmeye başladığında, gözleri hâlâ pencere aralığındaydı. İçerideki soluk aydınlığın ürpertisi ile perdeyi hızlıca örttü. Fakat içindeki merak çok geçmeden onu yeniden perdeyi açmaya itmişti, ve kadın hâlâ yalınayak dans etmekteydi. İçinde tanıdık bir melodiye eşlik ediyor gibiydi kadının ritimleri. Perdeyi örttü, kapıyı araladı ve karanlıkta dans eden kadına doğru yürüdü. İçeri, dışarı taşmıştı artık. Uzun zamandır beklenen bir anmış gibi, adım attıkça bedeni genç kadının bedeniyle aynı biçimi almaya başlıyordu. Genç kadın tebessüm ederek elini ona uzatıp gittiklerinde, suya bıraktıkları ayak sesleri ile gecenin içerisinde neşeli bir kahkaha kaldı geride…

Çoğu zaman çıktığımız yolculukla, duyduğumuz müzikle, kokladığımız kokuyla, gördüğümüz rüyayla, bir sabah dudağımızdaki uçukla uyanırız derin uykudan. Kendimizi kalabalığın içerisinden çekip almak oldukça güç mesele olsa bile asla olmayacak denli uzak bir ihtimal olmamıştır. Suya dalmak, batığı incelemek oldukça güçtür. Özellikle geçmişin içerisinden bugüne dek gelen ve sizi kuşatmış, hareket etmenizi imkânsız hale getirmiş, hatta hareket etme arzunuzun yok edilmesini kabul edecek şekilde zincirlenmiş bir kadınsanız bu daha güç bir hâl alır. Fakat önemli olan ne kadar uzun süreceği değildir. Önemli olan, sonunda zincirlerden kurtulacak olmanın deneyimini yaşamamızdır.

Neydi o gördüğünüz rüya? Karanlığın içerisinde, yalınayak dans eden o genç kadına sizi iten? Hiç duymadığınız ama kendinizi orada, onun yanında hissedip aynı ritimle sokağa taşıran his neydi? Zincirleri kırıp hareket etmeyi sağlayan, yeni biçimler, yeni anlamlar edinmemizi sağlayan, kendini istenir kılan o açıkoluş neydi?

‘Kendine ait bir oda’ demişti Virgina, ‘Bağlarını çözmek, suya dalmak’ ya da ‘Evin yolunu bulmak, kendine dönüş’ demişti Clarissa… Bazen şarkı söylemek, dans etmek, bazen yazı yazmak, resim çizmek, bazen güzellikleri görmek, koşmak ve daha bir sürü hâl ile ruhu hareketsiz kılan zincirleri atıp bizi karanlık sokaktaki dansa ortak edebilecek birçok şey vardı. İçerideki alışılmış loşluğun esaretinden, hep korkulan karanlığın içindeki o ışıldayan yolu bularak kurtulabilirdik. Bütün dönüşler, bütün varışlar, arayışlar bilmediğimiz, yabancı bir yere değildi. Tahrip edilen, talan edilen ruhumuzun sokaklarından geçip, saklı bahçemizin çitlerinden atlayarak varmaktı terk ettiğimize.

”Bazı kadınlar asla eve gitmezler, onun yerine a la zona zombi’de (zombi bölgesinde) yaşarlar. Bu cansızlık halinin en acımasız yanı, kadının işlev görmesi, yürümesi, konuşması, hareket etmesi, hatta birçok şeyi başarması, ama yanlış giden şeylerin etkilerini artık hissetmemesidir -eğer hissetseydi, acısı onu hemen durumu düzeltmeye yöneltirdi.

Ama hayır, böyle bir durumdaki kadın topallayarak yürür, kolları yanlara düşer, evin acı verici yitimine karşı kendini savunur, körleşir ve Bahamalar’da dendiği gibi, ‘Sparat’laşır’ yani, ruhu onsuz uçup gitmiştir ve onu, her ne yaparsa yapsın önemsiz olduğu hissiyle baş başa bırakmıştır. ”*

Gecenin içerisinde dans eden genç kadın, kendine ait olmayan bir evin içerisinde dışarıyı korkuyla izlemekte olan bedenini kuvvetli bir biçimde çağırır. O, içerideki kadının ruhudur. Onu gerçek evine, saklı bahçesine tanıdık bir ezgi ve ortak ritmi tutarak çağırır. Gecenin içerisinde gülümsemeleri, beden ve ruh bütünlüğünün o muazzam kucaklaşmasından kaynaklanır.  Uyandığımızda karanlık sokakta dans edenin ve pencerenin ardında izleyenin kendimiz olduğunu anlamamız çok sürmez.

Bu kısacık yolculukta dahi bize eşlik edecek her şey, içimizde kapattığımız bir kutunun içerisinde dışarı çıkmak için sabırsızlanmaktadır. Bize ait odalarda, hiçte küçümsenmemesi gereken sezgilerimizi dinleyerek çıkacağımız yolculuklarla kendimize dönüp, zincirleri çözüp hareket edebiliriz. O zaman daha dingin

prednisolon kaufen rezeptfrei

, daha yaratıcı, daha gülümser bir biz bulamayacağımızı kim söyleyebilir.

   Esra Gültekin

* Kurtlarla Koşan Kadınlar – Clarissa P. Estês 

*Sancı Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi /Sayı: 15

Bunları da beğenebilirsin

Yorum Yok

Cevap Bırakın